|
|
| Hiçbir şeyi planlamamıştım | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Pierrot Admin
Mesaj Sayısı : 1588 Kayıt tarihi : 23/09/09 Nerden : Atlantis
| Konu: Hiçbir şeyi planlamamıştım Ptsi Eyl. 13, 2010 3:49 am | |
| Üç, dört sene evvel buraya geldiğimi hatırlıyorum. O zamanlar turlar yeni yeni başlamıştı ve eğlenceli planlar için epey hevesliydim. Haftasonları modern tiyatrolara gitmekten keyif duyuyordum ve ilk afişi de orada görmüştüm zaten. Eurialus'un dansçıları ve oyuncuları her zaman çok eğlenceli olmuştur benim gözümde ve tabi ufak bir sebebim daha vardı burayı sevmek için. Büyük bir gemi düşünün ki, gök yüzünde yüzebiliyor. Yelkenleri ise devasa kelebek kanatları; pembe, mor, sarı, yeşil ve mavi. Tıpkı Vladimir Kush'un portrelerinden fırlamış gibi, zaten esin kaynağının o olduğunu okuduğumda tiyatro gösterisi için kalkıp bir gemiye binmeyi, orada haftasonu kalmayı ve tekrar ülkeme dönmeyi göze almıştım. Kapalı bir kutu gibi değildi, tıpkı deniz yolculuğu gibi serin; rüzgarı saçlarınızda hissedebiliyordunuz. En güzeli de her sınıftan insan gelebiliyordu ve kendinizi orada ne özel, ne de zavallı hissediyordunuz. Titanic gibi değildi yani. Ufak ayrıntıma gelirsek, burayı ilk kızkardeşimle keşfetmiştim ama devamlı gösterilere onunla katılmadım. Buraya ilk gelişimde hayatımı tümüyle değiştirecek birisiyle tanışmıştım. Tüm gece gösteriyi izledikten sonra, geminin pervazına ihtiyatsızca oturmuş beni izleyen bir çift bakışla karşılaşmıştım. Düşmekten ya korkmuyordu, ya da fazla dalgındı bilmiyorum ama ahmak gibi onu hiç farkedememiş oluşuma o gece çok içerlemiştim. Utangaç biri değildim ayrıca o an aklım başımda da değildi; çünkü gösterinin sonunu merakla beklememw rağmen izin bile istemeden kalkıp onun yanına gitmiştim. Bana gemiyi, oyunu beğenip beğenmediğimi sormuştu; çok beğenmiştim. O da çok hoşlandığından bahsetti ama izlemediği her halinden belliydi. Bunun farkına vardığımı keşfetmesi uzun sürmemişti. Dupduru yüzünün iki yanından geniş dalgalar halinde omuzlarına inen saçları yüzündeki cinliği bir nebze yumuşatsa da, yanaklarının aldığı kızarıklık hali onu çok güzel gösteriyordu. En sonunda bana izlemek için geldiğini ama izlemediğini itiraf etti, bunun tek sorumlusu olduğumu öğrenmek çok hoşuma gitmişti, onu ilk defa görmeme rağmen karşı konulamaz derece de seviyordum. Yüzü ve tavırları çelişkilerle doluydu, sahnedeki aktristler gibi, istediği şey olabilirdi sanki. Bir an başımı çevirmekten bile korkar olmuştum, onu yerinde bulamayacağım diye, her şey bir seraptır diye... Bir düş olmadığını kısacık konuşmamızın ardından dudaklarıma masumca sunduğu ufak öpücükle anladım. Onun görüntüsüne zıt düşen rahatlığı bile bence müthişti. İsmini sordum, bana; "Valérie" dedi. Daha sonra bu yolculuğa çok seyrek çıkar olduk, gezecek, görecek ve deneyecek çok farklı şeyler vardı kocaman dünyada. Hiç yorulmak bilmiyorduk, sıkılmazdık. Ama bir gün her şey tamamen bitti, o şimdi bir başkasını seviyor. Sanırım yeni ilişkisi başlayalı üç ay oldu, tam üç ay. Ayrılık süremizden çok daha kısa, ama geçmesi epey zor olan bir üç aydı. Ona aşık değilim, bu his tarif edilemez, bir kıskançlık olduğunun farkındayım ama her şeye yeniden başlamak değil isteğim. Sadece onu paylaşmak zoruma gidiyor. Bunları düşündüğüm vakit, hep saçma davranışlar içindeymişim gibi hissediyorum. Bir çocuğun balonunu gidip iğneyle patlatırsanız alacağı yüz ifadesiyle benimki arasındaki tek fark; ben duyularımı daha iyi kontrol edebiliyorum, ağlamayı beceremem ve yenisi almak benim için zordur, çünkü aynısından hiçbir zaman olmayacağını düşünürüm. Bir başkasını sevemeyeceğine kendini inandırmakta bunun gibi, eskiye saplanıp kalmak. İşte dibi gelmeyen uçurum hissini yine yaşıyor gibiyim. Acılarını ortaya çıkarmaktan her insan hoşlanır, düşüşün verdiği hafiflik hissi ve rüzgarın bedeninizi okşaması ilk başlarda hoşunuza gider. Ancak işin sonunda yere çakılacağınızın farkına vardığınızda delicesine korkarsınız. O zaman kurcaladığınız acılar, atladığınız uçurum sizi rahatsız eder. Keşke hatırlamasaydım dersiniz ve en nihayetinde boşvermişlikle saçmalarsınız. Yerime geçip oturma vakti gelmişti, bu günkü gösterinin ne olduğundan emin değildim, geliş amacım farklıydı çünkü. Silkelenip hayatıma kaldığım yerden sağlıklıca devam etmeyi düşlüyorum güya. Bu yüzden mi buradayım bilmiyorum, anılarla yüzleşmek mi derdim, yoksa onları hatırlayıp mutlu olmak mı, ya da talihin bana yeniden gülmesini bir akıl hastası gibi burada beklemek mi? Sanırım hepsi... İşte oyun başlıyor, bu senaryodan pek hoşlandığım söylenemez, nedenini bilmiyorum bence biraz sıkıcı bu yüzden çevremle ilgilenmek ufak çocuklara göre de olsa daha çok işime geliyor. Herkes eğleniyor da ben mi bir tek sıkılıyorum diye çevreme bakındım şimdi: evet herkesin gözleri sahnede, bir tek kelebek kanadı şeklindeki yelkenlerin yıllar içinde nasıl değiştiğiyle ben ilgileniyorum. Sıra geldi çevredeki insanlara bakmaya, açıkçası senaryo ilgimi çekmesede oyuncuları sevsem yine izlemeyi denerdim. Bu gibi durumlarda bir oyuncu bile günü kurtarabilir ama onlarda pek ilgimi çekmiyor. Önümdeki adamın tiz kıkırtıları canımı sıkmaya başladı. Sağımda yaşlı bir kadın oturmuş parmağındaki pahalı mücevheri farkında olmadan sağa sola çevirip sahneye bakıyordu. Sol tarafıma ise bakmamıştım henüz, bir kaç ufak fısıltıya kulak misafiri oldum. Tatlı bir kıkırtıydı, çok ince, çok derinden ve gerçekten eğlenerek. Biri kulağına hoş sözler fısıldıyor olmalıydı, çok kısıkça karşılık vermişti. Sonra sustular ama biraz daha öteden, tam yanımdaki kişiyi güldürdüğünü tahmin ettiğim ses yine çok kısıkça duyulmuştu. İtiraf edeyim onları kıskanmıştım. Bakmak için değilde ilgimi çektiği için solumdaki kişinin ayaklarını gördüm. Bir etek, aşırıya kaçmayan topuklu ayakkabılar ve ince bilekler hayal etmiştim ama yanılmışım. Bu beni çok şaşırtmıştı, yanımda bir bayanın oturduğunu o sesin de bir bayandan çıktığını düşünmüştüm. Belki sarışın ve ortadan ayırdığı saçlarından geniş bukleleri olan bir bayan... Ancak değildi, koyu renk parlak ayakkabıları yeni olmalıydı. O kadar kibarca bacak bacak üstüne atmıştı ki, bakışlarım dizlerine hatta daha yukarıya kadar çıktı art niyetsizce. Onun için kalıpla hazırlanmış gibi güzel bir takım giymişti, sıkıcı kıyafetler değildi, günümüz modasına uygundu ama sadeydi de. Beni farketmediği her halinden belliydi, gözler üzerinize dikilmeden evvel yaşadığınız o rahatlık hissiyle doluydu çünkü. Elini koltuğunun kenarına yasladığından merakım gittikçe artmıştı. Bir erkekte zarif hatlar, en fazla ne kadar olabilirdi ki? Bunlar gerçekten ona mı aitti, yoksa ses bir başkasından mı geliyordu? Bakışlarım ona saplanıp kalmıştı, lütfen başını çevir diye içimden yalvardım ama yanındaki adam daha ilginç olmalıydı. Çok sessizce konuştuğundan sadece ses tonunu duyabiliyordum. İnsanı heyecanlandırıyordu. Pervasızca bakışlarımı kaldırdım, yüzünü görmek istedim ama bana dönük değildi. Çok şaşırmıştım, beklemediğim diğer bir ilginç yanı ise saçları masmaviydi. Yadırgamamıştım, çünkü benimkilerde kıpkırmızı ve uzun. Yanındaki adamın dağılan siyah saçlarını toplayan diğer elini gördüğümde ise cesaretim kırılmıştı. Muhtemelen çok şefkatliydi çünkü siyah saçlı adamın yumuşaklıktan uzak, hafifmeşrep ve hatta yer yer alaylı bakışları fazlasıyla tatlılaşmıştı. Büyük bir ayıbınızın yakalanması gibiydi bu his. Sıcak suyun başınızdan aşağı dökülmesi gibi. Kabaran göğsünüzün son nefesinizi veriyormuş gibi inişiydi. Nedenini asla anlayamayacağınız tuhaf bir histi, karmakarışık, daha fazla merak uyandıran, sizi daha fazla histeriye sürükleyen. Gösterinin bittiğini odaklandığım siyah saçlı adamın kalkışıyla anladım. Mavi saçlı çocuğun yüzüne dair yine hiçbir şey göremedim, sadece sağ yanağını sahneye dönmüş, uzakta oturan bir grup insana el sallayarak gemiyi gezeceklerinden bahsediyordu. Boyu ne çok uzun ne de ufacıktı, incecik bir fidan gibi, hiç kötü bir şey düşünemiyordunuz ona karşı, dünyadaki en büyük güzellikleri hakediyormuş ve bunun farkındaymış gibiydi. "Gezmek istemiyorum Howard, bacaklarım ağrıyor. İyi bir kardeş ol ve beni üzme" Kırılan cesaretimin anlam veremediğim bir hızla düzelişi beni güldürmüştü. Hiç olmadığım kadar keyifli hissediyordum. Neden bilmiyorum, tanımadığınız birine nasıl böyle hisler taşırdınız? Belki umutları yerini bulmuştu? Ama niçin onda? Neden bir erkek? Bunu istiyor muydum? Ya da o isteyecek miydi? Bu çok aptalcaydı farkındayım, daha önce hiç, bir erkeğe karşı böyle bir şey hissetmemiştim, aşk diyebilir miyim bilmiyorum çünkü yüzünü bile daha görmedim ama onda beni heyecnalandıran bir şeyler olduğu kesin. Abisinin koluna beni rahatısız eden bir tavırla girdi ve uzaklaşıyor. Gittikleri yerde ışık çok az ve ben de dikkat çekmemek için ancak şimdi kalkıp geminin kenarına yaklaşabiliyorum. Ona baktığımın farkında bile değil, umarım siyah saçlı, hafiften şeytanı andıran abisi de farkında değildir. Onda itici bir şey var; belki ufak kıskançlığım buna yol açıyor ama kardeşine doladığı koluyla yüzünde oluşan ifade beni öfkelendiriyor. Bir sigara yaksam iyi hissedeceğimi umuyorum. Hay aksi, çakmağımı almamışım. O halde gidip yanlarındaki koltuğa oturayım. "İyi akşamlar, oturabilir miyim?" Şansım iyi gidiyor baksana, mavi saçlı oğlanın yüzünü sadece çok az seçebiliyorum, hah. Hatları ne kadar da güzel görünüyor. Keşke gölge yüzüne düşmeseydi tamamen onu kavrayabilirdim. | |
| | | Harlequin Admin
Mesaj Sayısı : 96 Kayıt tarihi : 23/09/09
| Konu: Geri: Hiçbir şeyi planlamamıştım Perş. Eyl. 16, 2010 10:01 pm | |
| Gece çöktümü Eurialusun mimari harikası sokaklarında tatlı bir telaş baş gösterir, kimisi sosyeteye gösteriş kimi ise gerçek bir ilgiden kaynaklanan sebeplerle program yapan siyah tuvaletlere bürünmüş hanımefendilerle onların kibirli kocaları, sanat aşkıyla yanıp tutuşan, zarif, ortayaşlı kimseler, güzel sanatlarda okuyan bir grup üniversiteli genç her gece istsnasız hep birden yollara dökülür, çeşitli bölgelerde düzenlenen kültür etkinliklerine akın ederlerdi. Eğer biletinizi bir gece önceden ayırtmadıysanız mümkünatı yok, iyi bir yer kapamazdınız. Bu sebeple Hyde lar biricik Christine in ilk ciddi oyun deneyimi için, tam bir hafta öncesinden bilet satın almışlardı. Kızı okul gösterisinde seyredip beğenmişler mi ne, şimdi başrol olmasa da esas oğlanın kız kardeşini oynuyordu Howard ın konu hakkında pek bir bilgisi yoktu tabii, kendini tamamen okuluna verdiğinden aile meseleleriyle alakası bulunmazdı buradada sırf çok sevgili kuzenine ayıp olmasın diye bulunuyordu. ''Kuğu gibidir benim Christine im.'' dedi yengesi '' Bu oyundan sonra muhakkak bir baş rol alacaktır.''. Beyaz elbisesi içerisinde, eşsiz bir melek heykelini andıran Christine,kulis kapısının önünde gergince durmuş bir yandan Howard a 'kusurlarına bakma' dercesine kaçamak bakışlar atarken eski zaman prensesleri gibi kızarıp bozararak annesinden bu övgülere bir son vermesini rica ediyordu ama nafile, amcası eşine destek çıkarcasına söze girdi ''Tabii canım, mütevazi olmaya ne gerek var. Bakın göreceksiniz, baş aktris bile benim güzel kızımın yanında sönük kalacak.'' Tam o sırada ortancanın bir ufağı Jonah tan anlaşılmaz bir mırıltı çıktı. Ay ışığının ölü rengine boyadığı güzel yüzünde müthiş bir öfke vardı çocuğun, öyle kuvvetliydi ki en ufak dokunuşta dışarı taşabilirdi. Oğlan da onu kontrol altında tutabilmek için tarifsiz bir çaba harcarken derin derin soluyordu,saatlerdir kimsenin yüzüne bakmamıştı açık mavi göz bebeklerini ancak kirpiklerinin arasından görebliyordunuz. Aklından ne geçtğini tahmin etmek imkansızdı fakat o hali Christine i çok fazla üzüyordu bir de durumu sezen amcası küçüğü o kadar insanın arasında '' Olur olmaz kıskançlık krizine gireceğine hayatın bir alanında ablan kadar başarılı olmayı dene de bir işe yara! Hem zaten annenle beraber bu hırçınlığının altında ciddi bir psikojik sorunun yattığına inanıyoruz! Söylesene şuna Howard bizden duyunca sinirleniyor belki sen söyleyince inanır.'' diye aşağılayınca Howard oradan sıvışmak için gerye doğru bir kaç adım atıp sırf nezaketten gülümsedi [i]'' Şimdi ne söylesem yalan olur,henüz tehşis koyacak kadar çok şey bilmiyorum.'' Birşey dese taraflardan birini karşına alıp hiç te üzerine vazife olmayan tatsız bir tartışmanın içine çekilecekti, buna ek olarak henüz öğrenimini tamamlamamış birine psikolog muamelesi edilmesi hayatta en fazla sinir olduğu şeylerden biriydi herhalde. Amcası, tekrar oğluna yönelince derin bir oh çekerek bir kaç adım geride bıraktığı aile bireylerine sırtını döndü, üzerine doğru sevgiyle dikilmiş o tanıdık bakışları anca öyle farkedebildi. Karanlığa rağmen netçe seçebildiği solgun çehrenin uzun ince sahibi, sol dirseğiyle geminin kenarına yaslanmış gülümsüyordu. Bırakın kravatı, zahmet edip te yaka düğmelerini bile ilikleyemediği uzun, kolları fırfırlı beyaz gömleğinin üzerine rüzgarın sağ yanına doğru savurduğu kuzgun siyahı saçlarıyla aynı renk kadife bir ceket geçirmişti. Kardeşine doğru yaklaşıp başını geriye attı, dudaklarının arasından yükselen sigara dumanı havaya karıştı '' Öylesine güzel görünüyordun ki sana kendimi farkettirip, büyüyü bozmak istemedim.'' Howard onun gülümsemesine kibarca eşlik etti ''Çok naziksin ama beni oradan bir an önce çıkarmanı yeğelerdim Dorian, nasıl sıkıldığımı anlatamam. Bir de Jonah ın suratsızlığı geceyi Christine in burnundan getirecek gibi...'' Christine Dorian ın sevmeyi becerebildiğ nadide insanlardan biriydi bu yüzden epey sinirlenmiş olacak ki ''Vay küçük...'' diye başladığı cümlesini okkalı bir küfürle bitirecek oldu ancak niyetini anında anlayan küçük kardeşinin tek kaşı havaya kalkınca hemen durdu, hin hin sırıttı. Sonra salona doğru yöneldiler, yolda rastladıklayıp ayak üstü muhabbet ettikleri February Ashcroft un üzerinde ki tuhaflık hakkında hemfikir olup yerlerine oturdular. Gösteriden önce içtiği bir kadeh şarap Howard ı gevşettiği için, oyun boyunca yanında oturanları hiçe sayarak abisiyle oynaşıp durdu Christine in ne ara sahneye çıktığını sorsanız söyleyemezdi yani. Perdeler kapanır kapanmaz da ayağa kalkarak ön koltuklarda oturan tanıdıklarına el sallayıp gemiyi gezme fikrinden hoşlanmayan abisinin koluna girerek sahneden uzak bir yere doğru yürümeye başladı, bu noktadan sonra biraz bozulduğu abisiyle hiç konuşmadı, aptalca bir küskünlük tribine girmesede çocuk muamelesi görmekten pek hoşlanmamıştı Dorian da sanki onu kırdığını farketmiş gibi suçlu bir sessizliğe gömülmüştü. İkilinin arasında ki suskunluğu bozan yanlarına yanaşan beyin pürüzsüz sesi oldu, burnu büyük abisinin aksine Howard sesin geldiğ yöne doğru dönüp ''Tabii.'' gözlerini bir iki saniye boyunca kızıl saçlı adamın üzerinden alamadı ne yaptığının farkına varınca güümseyip göz kapaklarını yavaşça aşağıya indirdi....
| |
| | | Pierrot Admin
Mesaj Sayısı : 1588 Kayıt tarihi : 23/09/09 Nerden : Atlantis
| Konu: Geri: Hiçbir şeyi planlamamıştım Cuma Eyl. 17, 2010 5:46 pm | |
| Bir kaç yıl içinde bir insanın tamamen değiştiğini görmek beni hayretlere düşürür, işlerin altından muhakkak manasız bir şeyler çıkacağını düşünürdüm. Yıllarca insanların bayağı suratlarında da bunları gördüm ve artık onları tanımaya çalışmak bana keyif sağlamamaya başladı, ya da anlamayı istemek. Birisine kafanızın bozulmasından farklıdır tüm bu olanlar, anlam veremediğiniz komik bir kaç görecelik gibidir. İşte bundan sonra tüm hevesinizi de yitirir, heyecan için, zevk için yeni şeyler aramaya başlarsınız. Muhtemelen de bulamazsınız çünkü herkes eminim birbirine benziyor, farklı düşünce özleri bile aynı. Bir yazar olmak size fazlaca şey katabilir, aynı oranda da alır. Çok fazla yazmaya adarsınız kendinizi, ilham parmak uçlarınızdan fışkırırken sigara satıcınız bile bir şaheserdir gözünüzde. Sokaktaki fahişeye saygı duyar, onu anlamaya çalışısınız. Eğer gerçekten tutkunsanız benim yaptığım gibi özel izinlerle hapishane koğuşlarındaki seri katilleri, idam mahkumlarını bile ziyaret eder dinlemekten zevk duyarsınız. İhanetler, aşklar, hazlar belki de ölümler bile sayfalarınız için en iyi malzemedir, gerçek duyularınızdan alıp götürdüklerini bir kenara bırakırsanız. Durup etrafınıza bakındığınızda yorulduğunuzu keşfeder, bu yüzden de büyük bir hüzün çöker üstünüze, farkındalığınız sizi bitiren en kötü bilgidir o andan sonra. Bunların hepsini kendi yüce ruhunuzun, zekanızın, çok okumuşluğunuz, sanat aşkı gibi fasafisoların size sağladığını düşünürsünüz. O gittiği vakit biten sanatınızı yeniden diriltmeye çalışmak anlamsızdır, isteseniz de olmaz zaten. Bazı zamanlar ise; mesela şimdi, o şey içinizde yeniden doğmaya başlar. Yanan ağacın küllerinden fizil vermesi kadar harikulade bir güzelliğe sahiptir, o derece inanılmaz ve lütufkardır. Onu kaybetmemek için her şeyinizden taviz verme vakti gelmiştir, sonu ne olursa olsun... İşte küçük midye, kabuğunu araladı sanki ve incisini beğenime sundu. Salt bir güzellikten fazlasını sevmişimdir hep, insan yüzünde herkesin aradığı ifadelerden de fazlasını isterim ama. Sağlam kişilik, irade, sadakat ölçüleri ya da bir başka şey... Hiç biri benim için önemli değildir, o tür davranışlara çocuğukluğumun son döneminden beri uzağım. O, abisinin kolları arasındayken, belki de ona aitken bile benim için endişe verici derece de gıpta duyulası. O farklı, o ilginç, o hep aradığım şey. O tatlı, tek nefeslik tatlı hazzın aldatıcılığını insana bir ömür sunabilecek kadar muhteşemdi. "Eurialus en güzel gecelerinden birini yaşıyor, fakat benim için eksik bir kaç şey kaldı; çakmağınız var mı? -Albenili bir gülüşle bakışlarımı Howard'a dikmiştim- Rahatsız ettiğim için üzgünüm, romantik anları dağıtmak pek adetim değildir ama yalnız başına seyahat etmek yeni insanlar tanımayı hedeflemek için yapmaya çalıştığım en tutarsız iş." Elimde olmadan yüzümü bir sırıtış kaplamıştı, şeytanca mıydı bilmiyorum. Kızıl saçlarım, dizlerime kadar dökülmüştü ve eğiliyordum. Amacım çakmak istemekten daha fazlasıydı. Nefes kesici ufak kardeşi daha yakından görmek istiyordum ve her saniye daha fazla amacıma ulaşmanın keyfini yaşıyorum. Gözlerindeki ilginin, utangaçlığın kaynağı ben miyim bilmem elbette, ancak onları böyle güzel taşıyabilmesi çocukça bir heyecan sağlıyor bedenime. Onu haz etmediğim abinin elinden almak için çılgıca bir istek taşıyordum. | |
| | | | Hiçbir şeyi planlamamıştım | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|